01/09/2002
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın, KIBRIS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Ergüçlü ile yaptığı mülakatın tam metni şöyle:
SORU:
Kıbrıs sorununda hareketli ve sürekli gelişmeler oluyor. Sürekli temaslarınız oluyor. O konudaki görüşlerinizi almazdan önce bir konuya değinmek istiyorum. Basına yansıdığı kadarıyla Klerides, "Türk varlığını tescil eden bir anlaşmaya ben imza atmam" diyor. Yakın ve uzak tarihe bakıldığı zaman Türk varlığının Kıbrıs'ta tescili yeniden söz konusu değil, en son 1960 zaten bunu tescil etmiş. Bu konudaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?
CEVAP:
Rum tarafının bütün uğraşı 1963'ten bu yana elde etmiş oldukları bir zemini geleceğin zemini olarak devam ettirmektir. Yani meşru Kıbrıs hükümeti var, cumhuriyet var, egemenliği var, toprağı bir bütündür. Kıbrıs Türkleri bunun içinde yaşıyorlardı, yine yaşasınlar. Bir anayasa yazalım bunlara bazı haklar verelim, Avrupa Birliği'ne hep beraber girelim, bu zemini korumak istiyorlar.
Dolayısıyla Klerides'in zannedersem söylediği, Türkiye'nin 1974'te gelmesiyle meydana gelmiş olan ikinci bir zemin var, o da bizim zeminimizdir. Bunu kabul etmeyiz diyor. Şimdi halkın iyi anlaması lazımdır. Bizim de uğraşımız bu iki zeminin varlığını kabul ettirmek ve geleceğin binasını bunun üzerine yaptırmak. Yoksa mimar ve mühendis gibi oturup gel bir plan yapalım, ev 10 odalı olacak, bunun üçünde ben, yedisinde sen, salonu şöyle olsun, bilmem ne olsun binayı düşündük. Her şeyi de anlaştık, kimin toprağına yapılacak bu, benim toprağıma, koçanı bende. Sen de hissedarsın merak etme. 1960'ta yaşadık bunu, hissedarız zannettik, binayı birlikte yaptık. 18 ay anayasasını yazdık. Ondan sonra ne oldu "hayır hepsi benimdir deyince" işte 39'uncu yıla geldik. Şimdi aynı durumu yaratmaya çalışıyorlar. 1974'ten sonra olan gelişmeleri olmamış farz edecekler. Söylediği bu.
Bu nedenle bugüne kadar anlaşma olmadı. Bu hakikaten görüşü ise bundan sonra da olmaz. Ve olmayacaktır. Bizim kendi zeminimizi korumamız, gelecek nesillere borcumuzdur. Bize verilen yetkidir. Devletimiz eşit egemenliğimiz vardır. Türkiye'nin hakları vardır. 1960 Anlaşması'nda Türkiye'ye verilen tüm haklar bakidir. Bunları yoktur farz edemez. Dışa karşı belki böyle birşey söylemiş olabilir. İçte inşallah bu tutumunu sürdürmez.
Ben tekrar ediyorum. Rumlar 1960 anlaşmalarını çiğneyerek, anayasayı çöpe atarak bizi toplu mezarlara koyarak, halkımızı 11 yıl yüzde 3 toprağa hapis ederek elde etmiş olduklarının yasal zemin olduğunu ve bunu yapmak suretiyle elde tuttukları meşru Kıbrıs Hükümeti unvanını yasal hak ve geleceğin zemini olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddiayı yaptıkları içindir tekrar ediyorum, 39 yıl anlaşma olmamıştır. Biz, bu yüz yüze görüşmelerde bu iddianın bizi anlaşmaya götürmeyeceğini, Avrupa Birliği'nin bütün kendilerine söyledikleriyle bir yere varamayacaklarını, vardıkları takdirde reaksiyonumuz olacağını, Türkiye'nin büyük reaksiyonu olacağını, bunun kriz olacağını, bu krizi önlemenin borcumuz olduğunu anlatarak masaya oturduk. Bunu anlatmaya devam ediyoruz, devam edeceğiz.
SORU:
Yeni bir ortaklık kurulacak değil mi?
CEVAP:
Bu şimdi herkesin çağrısıdır ve herkesin söylediği budur. Ama ne yazıktır ki görüşmelere başladığımızda 2 tarafın alerjisini uyandıran kelimeleri kullanmayalım dedik. Tarafsız kelimeler kullanalım. Ne dedik, müşterek devlet dedik. Parça devletler (component) dedik, kurucu devlet yerine. Çünkü kurucuda ısrar ediyoruz o alerji yaratırmış kurucu dersek.
Ancak biz component derken, constituent (kurucu) demek istediğimizi kayda geçirdik.
Ortaklığa geldik, ortaklığı konuşalım, meğer ortaklık da alerji yaratırmış be kardeşim, genel sekreterin 12 Eylül 2000 tarihindeki bir açıklaması var. İki eşit taraf sadece kendilerini temsil ederler, biri diğerini temsil etmez. Bunlar yeni bir ortaklık kuracak diye açıklaması var. Genel sekreterlik bile ortaklık kelimesini kullanmıyor veya kullandırılmıyorlar. Bunlar, Rumlara ön vermenin ötesinde bir işe yaramaz. Açık konuşmamız lazım ortaklık kurulacak, iki eşit egemen taraf arasında ortaklık kurulacak. Var mısın yok musun? Varsan varsan konuşalım, gerisi teferruattır ve rahatlıkla halledilir. Bir çok konuda uyum sağlayabiliriz ama bunun oyunu nedir? Egemenliği vermeden o teferruatta şunu, bunu da vereyim sana diyor. Yani yeniden bir kağıda yazalım bunları diyor. Evet, bu kağıt yırtıldığında ben nereye gideceğim, ne olacağım. En büyük müşkülat tabiatı ile hâlâ Kıbrıs meselesi işgal meselesidir. Göçmenlerin geri gitme meselesidir diye Avrupa'da kararlar çıkartmaları mahkemeye gitmeleri ve bize de geri dönüş haktır diyerek bizim olacak olan kağıt üzerinde olacak olan toprağı Rumlarla yeniden doldurmak, istedikleri toprak karşılığında 50-60 bin kişinin yeniden göçmen olması gibi şartlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu biz kabul edemeyiz. Dolayısıyla zorluklarımız bunlardır.
SORU:
Sayın Cumhurbaşkanım, 6 Eylül görüşmelerine az bir zaman kaldı. Tahmin ediyorum 6 Eylül'e hazırlık temasları başlamıştır.
CEVAP:
Baskılar başlıyor. Çünkü benim anlamadığım bir şey var, o kadar net konuşuyoruz. Kağıt üzerinde bize verilenlerin kıymeti, üzerine yazıldığı kağıt kadardır. Bunu denedik ve 39 yıldır da bunun acısını çekiyoruz. Ve bu kağıdın o zamanki kağıdın bu halk tarafından kabul edilmesinin iki sorumlusu vardır. Doktor Küçük, Rauf Denktaş. Doktor Küçük Allah rahmet eylesin, artık kağıt üzerinde bir anlaşma olamayacağını devletimizin ilanında gördü ve gözlerim artık arkada kalmaz diyerek gitti adam. Şimdi ben yine kağıt üzerinde anlaşma yapacağım ve halkıma gelip diyeceğim ki merak etmeyin. Garantiledik bu sefer, bunlar bunlar var ve Türkiye'nin bu sefer Avrupa Birliği'nde ne oldu, ne olacağı belli değil. Rumlarla beraber Avrupa Birliği'ne de gireceğim. Rum bana açıkça Avrupa Birliği normlarına göre bütün göçmenler geri gitmek hakkına sahiptir. İki kesimlilik de geçerli değildir. Bu diskriminasyondur. Ve dolayısıyla bütün yapacağım anlaşma Avrupa Birliği mahkemelerinde, İnsan Hakları Mahkemeleri'nde yıllarca didik didik edilecek. Ben bunları bu halka yapamam kardeşim.
Ne olacak Paris'te, uyum sağladığımızı zannettikleri hususları koyacaklarmış yan yana ve "İşte bunlarda uyum sağlanıyor. Artık haydi ileri diyeceklermiş". Ben tekrar ediyorum. Buradakilere de söyledim. Gelenlere de tekrar söyleyeceğim. Uyum sağladığımız görünen her şey eğer eşit egemenliğe dayalı değilse uyum sağlanmış değildir. Biz eşit egemenlik esası üzerine görüşüyoruz, görüşmeye de devam ediyoruz. Bunu elde etmek için uğraşıyoruz.
Efendim ne olacak bundan sonraki halimiz. Ondan sonra senin halin şu olacak; Rum'la eğer egemenliğin kabul edilse sağlam kalıcı bir anlaşma yapabilsen müştereken yapacağımız işler vardır. Dış işleri bunlardan bir tanesi mesela. Rum'la müştereken yapacağımız, Rum'la paylaşacağımız fonksiyonlar her ne ise ve Rumların Avrupa Birliği ile yapacakları müşterek işler her ne ise, biz de Türkiyemizle yapacağız. Bunun faydası ne olacak, Rum, bizim bugünkü halimizle bizim dışişleri temaslarımızı büyük ölçüde engellemektedir. Yoktur daha doğrusu. Yapabildiğimizi Türkiye kanalı ile yapıyoruz. Bu sefer Türkiye ile bir protokol yaparak bunun daha etkili, daha verimli bir şekilde yapılmasını sağlayacağız. Bugün yine bakıyorum devamlı surette entegrasyon der demez ilhak diye bazı makamlar, gazetelerde "ilhak şuna aykırıdır, buna aykırıdır" diye feryada başlıyorlar. İlhak değildir. İşbirliğidir. İşbirliğidir. Yani Rum'la egemenliğin kabul edilse yapacağın işbirliğini egemenliğin kabul edilmediği için yapamıyorsun kardeşim. Çünkü seni yutacak alıp götürecek.
Egemenliğini kabul etmiş olan ve sonuna kadar desteklemekte olan Anavatanınla ayni işbirliği yapmak senin neyine batıyor ve buna karşı çıkıyorsun. Ben bunu anlamıyorum. Ve yıllar geçecek Türkiye Avrupa Birliği'ne girerken sen de beraber girersin, birleşme o zaman olur, ama o güne kadar Avrupa Birliği'yle bizimle direkt ekonomik konularda temas etmesini, bizi ayağa kaldırıp yardım etmesini sağlayabilmek de bir marifettir, bunu da yapacaksın. Şimdiden bunları söylediğimiz makamlar anlayış gösteriyorlar.
Şimdiden bu konularda sondaj başlamıştır nasıl yapabiliriz, nasıl gidebiliriz diye. Yani Rum sanki aldı yolu gidiyor ve tamamen bütün Kıbrıs'ı götürecek ve sen dışta kalacaksın, yok böyle şey. Bütün Kıbrıs'ı ve seni götüremez. Bunu herkes anlarsa sana biraz daha önem verecekler. Ama Rum tarafında Klerides'e ben önüne ne çıkarsam, "biliyorsun işte dışarıda neler söylüyorlar. Yani ben daha makulüm" getiriyor. Çünkü dışta bütün gazeteler, parti liderleri o da olmaz bu da olmaz asla kabul edilmez diye kıyameti koparıyor. Pazarlık gücünü çoğaltıyor. Bizde hemen barış, hemen Avrupa Birliği, bizde hemen barış, hemen Avrupa Birliği, eee Rum bunu istiyor. Ve Rum'un barış dediği senin barışın değil. Bambaşka bir şey ama hemen Avrupa Birliği dedikçe sen beni zayıflatıyorsun bunun farkında değilsin. Sonra bir de yalan söyleniyor. Yüzde 90 halk Avrupa Birliği istiyor. Diyorum ki ben de varım onun içerisinde ama şartımız var. Bu yüzde 90'ın şartı var bu şartı da söyleyelim. Kalıcı, sağlam bir anlaşma, o yüzde 90'ın yarısı, kalıcı sağlam bir anlaşma ve Türkiye ile birlikte demektedir. Bunları sen bir yana iterek dünyaya yalan mesaj veremezsin ve o yalan mesajlarla kendi görüşmecinin altını oyamazsın. Bunlar yapılmaktadır. Allah'a çok şükür halkımız oynanan oyunları görmektedir. Ve Allah'a çok şükür ki Türkiye tamamen bizimledir.
SORU:
Son günlerde Türkiye'de yavaş yavaş seçim havasına girildi. Kıbrıs sözcüğü gündeme gelmeye başladı. Ufak ufak seçim malzemesi olarak kullanılıyor gibi. İşte "Kıbrıs elden gidiyor" diye bağıranlar var, "Hayır, biz Kıbrıs'ı vermeyiz" diyen taraflar var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
CEVAP:
Güzel olan ciheti "Kıbrıs'ı veririz" diyen çıkmadı daha ve çıkmayacak. Kimse Türkiye'de Kıbrıs'ı veririz diye seçim kazanamaz. Bu büyük bir bahtiyarlıktır. Basının bir kısmında yine bize Kıbrıs'a saldırı, "Kıbrıs neymiş ki bu kadar fedakarlık yapılıyor" diye bir şeyler yazılabilir. Ama Kıbrıs'ı veriyoruz. Şehitleri toparlayıp götüreceğiz Anadolu'ya tekrar yerlerine gömeceğiz diyecek insan çıkmaz. Kıbrıs Türkiye için jeopolitik açıdan hayati bir konudur. Daha iki gün evvel Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu yaptığı konuşmada, Kıbrıs konusunun Türkiye için önemini tekrar hatırlatmıştır, vurgulamıştır. Sayın Ecevit, Kıbrıs hakkındaki görüşlerini tekrarlıyor ve dediğim gibi bütün bu manzara karşısında "Kıbrıs'ı verelim" diye seçime gidecek tek bir parti görmüyorum. Bu da bizim için büyük bir güçtür, güç kaynağıdır.