19 Ağustos 2002
O’nu andık
Ağustos sıcağı dağı taşı yakıyordu... Saat 15.00 gibi... 18 Ağustos 1963... Pazar... Dokuzuncu yaşımı doldurmama 8 gün kaldı...
Polisin arkasındaki, Polis Sokak’taki evimizdeyiz... Babam evde bazı tadilatlar yapıyor... Bir şeyler yıkıyor, bir şeyler yapıyor...
Beni pasta almaya gönderdiler... Hisar’ın üstündeki Plümer’in apartmanının altındaki tatlıcı Altan’a... O sıcağın içinde, söylene söylene gittim...
Tatlıcı Altan’dan alacağımı aldıktan sonra, tam çıkmak üzereyken, bir ambulans, Ledra Palace’ın önünden geldi, Foto Diana’nın yanından Hisar’ın üstüne çıktı ve önümüzden geçerek, Lefkoşa’nın ara sokaklarına daldı...
Yanımdaki arkadaşımla birlikte, “hadi ambulansı takip edelim” diyerek, Kanlı Mescit’in oradan inip, Udçu Salahi ustanın dükkanının önünden koşarak geçtik... Ve bizim eve vardık...
Bizim ev kalabalık... Ambulans bizim evin önünde duruyor... Evin önündeki kalabalığın arasında şaşkın bir şekilde duruyorum... Elimdeki pastalar ne oldu bilmiyorum...
Ve evden bir sedye çıkıyor... İçinde babam hareketsiz yatıyor... O’na koşmak istiyorum... Bırakmıyorlar... O’nu ambulansa koyup götürüyorlar... Çocuklardan biri bana sesleniyor: “Baban öldü”... İnanmıyorum...
Bu arada Özkan Gülok geliyor... “Hocam, geç kalıyoruz... Takım antrenmana iniyor...” gibi bir şeyler geveledikten sonra olayı öğreniyor ve şok yaşıyor...
Evde annem sinir krizleri geçiriyor... Etrafta bir kargaşa... Bana, babamın ölmediği, sadece rahatsızlandığı söyleniyor... Herhalde inanmak istediğim için olacak, inanıyorum...
Babamın yakın arkadaşı Rifat Şener, beni ve iki ablamı alıp kendi evine götürüyor... Şener amca ağlıyor... Herkes ağlıyor...
Bana, babamın rahatsızlandığı ve tedavi için İngiltere’ye gönderildiği söyleniyor... Beni, babamın cenazesine de götürmüyorlar... Gerçeği kestiriyorum... Ama bu oyunu oynamak istiyorum ve oynuyorum... Ta ki eylül ayında Atatürk İlkokulu’na yazılmak için gittiğimde, kayıtları yapan hoca, yanındaki Hoca’ya “bizim rahmetli Yusuf hocanın oğludur” deyinceye kadar... Ve orada oyun bitiyor... Gerçekle yüz yüze kalıyorum... Ve artık o yok...
*****
Dün onu, ölümünün 39’uncu yıldönümünde andık... TMT Derneği’nin organizasyonuyla, Lefkoşa Mezarlığı’ndaki mezarı başında mütevazı bir tören düzenlendi... TMT Derneği yetkilileri, Gençlik Gücü kulübü yetkilileri, Mücahitler Derneği temsilcileri, dostları, öğrencileri ve biz, aile olarak oradaydık...
Düşünüyorum... Babam ve onun gibiler ne için mücadele vermişlerdi... Yanıt basit: Kıbrıs Türk Halkı’nın özgürlüğü, güvenliği, refahı ve mutluluğu için...
Peki bu hedefe ulaşıldı mı?.. Kıbrıs Türk Halkı bugün özgürdür... TMT’nin tarihsel direnişinin 20 Temmuz 1974’te Barış Harekatı’yla sonuçlandırılmasıyla, Kıbrıs Türk Halkı özgürdür ve güvendedir... Kendi devletini kurmuş, egemenliğine sahip çıkmıştır... Ancak mutlu değildir...
Esnaf siftah yapamadan dükkan kapatmaktadır... Binlerce insanımız ekmek parasını Rum kesiminde aramaktadır... Gençlerimiz göç etmenin yollarını aramaktadır... Sabit gelirliler ay sonunu getiremez durumdadır... İnsanımız ileriyi görememekte, belirsizlik içinde yaşamaktadır...
Hüda Reis, anma töreninde yaptığı konuşmada, “Hocam... Rahat uyu... Senin uğrunda mücadele verdiğin hedeflere ulaşılmıştır...” dedi ama zannediyorum sadece konunun güvenlik boyutuna değiniyordu... Çünkü Kıbrıs Türk Halkı’nın refahı ve mutluluğu da bir hedef olarak düşünüldüğünde Kara Yusuf’un rahat uyuyabilmesi için yapılacak çok iş var... Çook...